Düşünüyorum ki, her şeyden önce mimarlık bir mücadeledir. Her şeyin tüketildiği bu çağın içinde faydalı olmak bunu da yaşamın hayatta kalma çabasını koruyarak, ona imkanlar vererek yapmanın mücadelesidir.
Yaptığın işin hakkını veren hakkını koruyamayanın hakkını koruyan, uygar, vatandaş ve insan olmanın mücadelesidir.
Farkında olmanın en çok da kendinin, düşüncelerinin farkında olmanın, bilinçli kalmanın mücadelesidir. Diğer bir deyişle kendini bilen insan olmanın çabasıdır.
Kendisinin farkında olarak kalmaya çalışarak hata yapsa da şüphesini, merakını, heyecanını ve belki de en önemlisi samimiyetini kaybetmeme mücadelesidir.
Dürüst ve özgür kalmanın mücadelesidir.
Mücadele içinde kalmak fikirleri canlı tutar. Canlı kalmanın verdiği bu tazelik her türlü yaratıcı faaliyet için son derece önemlidir. Çatışmayı bırakmadan yapılan denemeler değerlendirilmesinden bağımsız bir mimarlık çalışması olarak görülebilir.
İçinde bulunulması gereken tüm bu çatışmalardan birinden bile kaçmak diğer mücadeleleri kaybetmenin bugün değilse yarın asıl sebebi haline gelecektir. Bu sebepler sonucunda yapılacak mimarlığın zararlı olmaması kaçınılmazdır.
Kişinin yaşama saçtığı; insanı anlama, değerlendirme etkinliklerinden yoksunlaşmış bu zararı, kendisinden soyutlamaya bile çalışmadan doğrudan bir faydaya çevirmeye çalışması ve bunun için kullanılan para, ödül, saygınlık gibi sahte statü edinme araçlarına yönelmek hizmet ettiği kötülüğün soytarısı diğer bir deyişle "mimarı" olarak bilinmekten başka bir sonuç çıkarmaz.
İnsanın söyleyecek bir şeyi olmalı. Söyleyecek bir şeyi olmadan ağızlardan çıkan laf kalabalığı cümlelerle, yapılan işleri kotarmaya çalışmak, yapılan yanlışı ve bundan ders almayı reddetmek kişiyi çözüme değil sona hazırlar.
Tüm bu yazının amacı, okuyana önce kendisi sonra çevresinde mücadeleden kaçınarak mimarlık yapmaya çalışan kimliklere bilinçlerini tekrar kazandırmaya çalışmaktır.
Ayrıca Ferhan Yürekli tarafından yazılmış Mimarlık/Mimarlığımız kitabından aldığım aşağıdaki paragraf ile yazımı sonlandırmak istiyorum.
"Özetle, ülkemizin mimarlığını ve geleceğini kısıtlayan durumlar, en başta nasıl kurulduğu bilinmeyen yetkisi tartışılır ve özgün denemelerden ürken yarışma jürileri; Abu Dabi`ye hayran birinci, ikinci, üçüncü nesil de olsa hala kültürsüz yatırımcılar; Stil öğretmeyi öğretim sanan piyasa esiri mimarlık okulları; bina yapımından korkan mimarlar odası; mimarlar odasını korkutan ve siyasi güçlerce desteklenen rant oluşumları; toplu konut deyince bir parselde 5-10 "tip projeli" apartman algılayan, deprem sonrası gelen uluslararası yardımlardan uluslararası bir "know-how" dönüşünü hedef alamayan dar görüşlü bürokrasi-buna belediye başkanları da dahil- İstanbul'un çevresinde binlerce lüks villa sözde malikane ve rezidans üreten ancak mimarlığa bir katkı yapmadığını göremeyen yabancı danışmanlı, yabancı mimarlı prestijli(!) firmalar; mimarlığımızı kimlik için biçim belirleyen siyasiler, akademik, siyasal, toplumsal, mesleki hiçbir sorun hakkında görüş belirtmeyen renksiz öğretim üyeleri; hiçbir şeyi protesto etmeyen genç mimarlar ve öğrenciler olarak sıralanabilir. Gereksinim duyulan şey Türk MimarlığI`nın üzerine örtülen kalın örtünün altından çıkabilecek kardelenlerdir."
Teşekkürler.